Ekim ayının ilk pazartesi günü, tüm dünyada dünya mimarlık günü olarak kutlanır.
Her sene ‘Uluslararası Mimarlar Birliği (UIA)’ tarafından belirlenen bir tema çerçevesinde dünyada ve Türkiye’de mimarlar odasının bütün birimlerince farklı etkinliklerle kutlanır.
Son yıllara baktığımızda UIA’nın belirlediği temaların ya “daha iyi bir dünya” özlemini ya da iklimsel sorunlarla ilgili başlıkları içeriyor olması şaşırtıcı değil.
2017 teması da benzer: “İklim Değişikliği Eylemi”.
***
Duyuru metni şöyle diyor:
“İklim değişikliği tehdidi gerçektir. Hızlı kentleşme ve bina sayısında artış enerji tüketimimizi ve sera gazı emisyonumuzu artırıyor.
UIA, iklim değişikliğinin çevre ve insanlık üzerindeki etkileri ile mücadele etmek için 2015 Paris İklim Değişikliği Sözleşmesi’ni takiben yapılan her girişimi destekliyor. Bu, tüm mimarları ve mimarlık örgütlerini, bu girişimlere cevap verme çabalarını harekete geçirmeye çağırıyor.”
***
Savaş, eşitsizlik, yoksulluk günümüzde dünyanın her yerinde çok fazla hissedilir durumdayken bir yandan da dünyanın insan eliyle şekillendirilmesi ve bunun sonuçları dünyanın yaşanılır olmaktan çıkmasına sebebiyet veriyor, dünya 50 sene – 100 sene önce yaşanılan dünya olmaktan – ne yazık ki – kötü yönde hızla uzaklaşıyor. Ancak buna rağmen dünyamızda olanlar, bizim yaşam alanımızı birinci elden ne kadar etkilediği ile alakalı olarak bizim tarafımızdan önemseniyor veya önemsenmiyor.
***
18. YY’da yaşamış Aydınlanma Çağı’nın önemli bir filozofu olan Diderot, ‘Körler Üzerine Mektup’ adlı kitabında şöyle diyor:
“Bütün erdemlerimiz; algılarımızın iyiliğine(kuvvetine) ve dışımızdaki şeylerin bizi etkileme derecesine bağlıdır. Eğer acı çeken bir ata şefkat gösteriyorsak ve eğer bir karıncayı hiç tereddüt etmeden eziyorsak, bu ikisi özünde aynı şey değil midir?”
***
Üzüldüğümüz ya da bizi etkileyen şeylerin sadece doğrudan bizim gördüğümüz ya da etkilendiğimiz canlılarla ve vakalarla olabildiğini söylüyor kabaca Diderot. Yanı başımızda olan bir savaşın; kesilen bir ağacın ya da AVM’ye dönüştürülmek istenen bir parkın; bir köprü, havaalanı vb için yok edilen ormanların bizim gündelik yaşantımızda ne şekilde yer tuttuğuyla, ne kadar ‘görebildiğimizle’ ve bizim etkilenme alanımızla doğru orantılı olarak tarafımızdan önemseniyor ya da önemsenmiyor.
***
Dolayısıyla başka canlıların yaşama mekânlarına müdahale ettiğimizi, dolaylı olarak da bütün bir ekosistemi zorladığımızı ve uzun vadede kendi yaşam kalitemizi de farklı bir şekilde etkilediğimizi de fark etmiyoruz.
Yanı başımızdaki savaşı ya da adeta akciğerlerimiz olan ormanların plansız bir şekilde yok edilmesini önemsemiyoruz.
Önemi anlaşıldığında ise büyük ihtimalle çok geç kalınmış olacak.
***
Sözgelimi İstanbul’un kuzeyinden Sakarya’ya kadar olan, hatta daha da fazla, alanın adeta akciğeri olan Kuzey Ormanları yavaş yavaş yok edilmeye devam ediyor.
Yaşadığımız kent de dâhil olmak üzere yurdumuzun bütün kıyılarında yapılan inşaatların meydana getirdiği betonlaşma; Kaz Dağlarından, Artvin Cerattepe’ye maden aramalarıyla ve örneklerini arttıracağımız çok sayıda uygulama ile doğal değerlerimiz yok olma tehlikesi ile karşı karşıya durumda.
Bunların hiçbiri gündelik hayatımızda çok fazla yeri olmadığı için bizi bir türlü ilgilendirmiyor.
Oysaki yapılan hata anlaşıldığında ya bir çeşit afetle karşı karşıya kalmış oluyoruz ya iş işten çoktan geçmiş oluyor.
***
Üzerinden çok geçmedi birkaç ay önce İstanbul’da bir sel felaketi yaşandı.
Bunun sebepleri aslında çok açık ve sebepleri görmek çok da işimize gelmiyor nedense.
Birçok uzmanın da dikkat çektiği gibi ormanlar yok edilmeye devam ediyor; kamusal alanlar, parklar, kent statları, deprem toplanma alanları AVM’lere otoparklara dönüştürüldü/dönüştürülüyor; Marmara depremi sonrası belirlenen 480 toplanma alanının dörtte üçüne AVM ya da konut projeleri üretilmiş durumda; 6292 sayılı ‘Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun’ yani 2B yasası ile inşaat projeleri için yeni alanlar üretildi, üretiliyor.
***
Sebepleri daha da arttırmak mümkün…
Ancak bizim açımızdan trajikomik olan kısmı şu: Bizler mimar olarak kendi meslek alanımızın doğrudan inşaatla alakalı olmasına ve mesleğimizi bu sayede icra etmemize rağmen, birçok kez inşaatların yapılmasına karşı çıkmak zorunda kalıyoruz.
Çünkü biliyoruz ki bu uygulamalar uzun vadede hayatımızı – tüm ülkenin ve tüm dünyanın hayatını, en önemlisi yarınlarımızın, çocuklarımızın hayatını – çok kötü alanda etkileyecek.
Bu yüzden de bir mimarlık haftasına girerken düşlerimiz ve özlemlerimiz gene savaşın, eşitsizliğin, yoksulluğun olmadığı, rant için bilimin yok sayılmadığı, daha yaşanılabilir bir dünya üzerine.
Gene bu yüzden biraz buruk bir şekilde olsa da Dünya Mimarlık Günümüzü kutluyoruz, ‘güzel, güneşli günler görmek’ umuduyla…
***
1 Ekim aynı zamanda, çok iyi bir anne ve çok iyi bir eş olmanın yanında çok da iyi bir mimar olan ve mesleği sanki doğduğunda belirlenmiş gibi mimarlık haftasına doğmuş olan sevgili eşimin doğum günü. Bu satırlardan bir kez daha eşime, onu çok sevdiğimi seslenmek istiyorum ve doğum gününü kutluyorum.
Onun desteği ve bana olan inancı olmasa benim için hayat gerçekten çok zor olurdu.
İyi ki doğdun sevgilim, seni çok seviyorum…