Yaşadığımız kentin geçmişini bilmek önemli midir?
O kentte yaşayan önceki medeniyetleri, ilk defa yerleşim yeri olarak hangi medeniyet tarafından seçildiğini, neden bu bölgenin tercih edildiğini, zaman içinde bu yerleşimin hangi yöne doğru geliştiğini ve bu gelişimin, bu yönün nedenlerini bilmek önemli midir?
Ya da tersten düşünelim. Bilmemek bir kayıp mıdır? Bu sorunun cevabını yazımın sonunda kendinizde bulmanızı ümit ediyorum.
M.Ö.12.yy dan bu yana pek çok medeniyete ev sahipliği yapan İzmit; coğrafyasında sahip olduğu deniz-kara ulaşımı, tarıma uygun verimli toprakları, stratejik konumu gibi nedenlerle yerleşim yeri olarak tercih edilmiştir. Doğu Roma İmparatorluğu’nun bölgedeki hükümdarlığı sürecinde korunaklı mekan ihtiyacıyla denizden tepelere doğru yerleşim yayılmış, sur duvarları yapılarak emniyet sağlanmaya çalışılmıştır.
İlk yerleşimlerden bugüne İzmit’in ev sahipliği yaptığı tüm medeniyetlerin ve kentin geçirdiği dönüşümlerin tamamını bu yazıya sığdırmak mümkün değil tabi ki. Özünde ifade etmek istediğim kentsel kararların, kentteki uygarlığın ihtiyaçlarından doğduğudur.
Biraz yakın geçmişe gelelim. 1954 yılında Ankara İstanbul karayolunun yapılmasından önce, şu anki tramvay hattının bulunduğu (eski adıyla Ankara Caddesi olarak bilinen) caddenin hemen önünde yer alan denizi hatırlayanlar var mı? Hani Halkevi binasının hemen önünde denizin olduğu dönemlerden bahsediyorum. Önce karayoluyla başlayan dolgu, gitgide derinleşerek, şu anki haline kadar gelmiş ve kentin denizle bağı tamamen kopmuştur. Önceden İzmit’in ara sokaklarından evlerin cumbaları denize bakarken, şimdi denizi görmek için o biçimsiz köprüleri geçmeli, sonra da uzun uzun yürümelisiniz güneye doğru.
Peki bu “kentsel planlama” özünde neye hizmet etmeli? Ulaşıma mı? Ranta mı? Halka mı? Yöneticilere mi?
Ben cevaplayayım bu soruyu. Kente. Dolayısıyla kentte yaşayan insanlara. Kentten geçen insanlara. Kentte ticaret yapan, okuyan, yaşayan herkese hizmet etmeli.
Ankara İstanbul karayolu dolgu alan üzerine inşa edildikten sonra, İzmit’in denizle olan bağına bir bıçak atılmıştı evet. Sonra güneye doğru genişleyen dolgularla bu ayrılık perçinlendi. Artık eski adıyla Ankara Caddesi diye bilinen tramvay yolu deniz kenarında değil. Oradaki antrepoların da liman ticaretine hizmet etme işlevi yok oldu. Depolar işlevsizleştirildi. Cadde yıllarca atıl bırakıldı. Geleneksel yapım sistemiyle inşa edilmiş tescilli taşınmaz kültür varlıkları gözümüzün önünde metruklaştı.
Derken bir tramvay projesi geldi gündeme. Hafif raylı taşımacılık kent içi ulaşım ağı için elbette çok önemli. Fakat bunun güzergahı hiçbir ulaşım master planı olmadan belirlenince sorunlarımıza yenileri eklendi. Tramvay hattı üzerinde bulunan eski antrepolar bir bir kafelere dönüşmeye başladı. Hatta bunlardan birkaçının restorasyonunu biz gerçekleştirdik, Restart Mimarlık olarak. Fakat bu dönüşüm o depoların işlevi dışında farklı bir fonksiyonla çalışması demekti. Koruma alanında bizim özellikle vurguladığımız konuların başında özgün işlevin devam ettirilmesi gelir. Bu yapının ömrünü uzatmaktan tutun da doğru bir restorasyon yapabilmeye varan uzun nedenlerin sonucunda ulaşılmış bir karardır ve Venedik Tüzüğü dahil pek çok koruma ilkesi listesinde yer alır.
Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze dek bir caddenin dönüşümünü, kısa ve basit şekilde aktarmaya çalıştım. Kentin kendi coğrafyasıyla, topografyasıyla binlerce yıldır süregelen tabii düzeni, bir anda nasıl bozulabilir, nasıl kullanışsız, elverişsiz hale gelir bunun acı bir örneği oldu İzmit.
Şimdi biz kenti denizle buluşturmak için ne kadar çabalasak boş. Bu eski fotoğraflara bakıp ah çekmek kalıyor elimize…