“Eğitimdir ki bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı,
yüksek bir topluluk halinde yaşatır,
ya da esaret ve sefalete terk eder.” M.K. Atatürk
Gündem, anbean değişiveriyor yurdumda:
Üniversiteye giriş sınavları, genel seçimler için ötelendi haberi geldi. Geleceklerine yön verebilmek için ilk ter dökecekleri sınavdı bu.
Tarihi çok önceden belli, programlar ona göre ayarlı, psikolojiler ona endeksli…
Hoop erken seçim kararı bildirildi.
Hummalı çalışmalar, her yerde afişler, mitingler…
***
Derken…
Sakarya’da bir köpeğin patilerini kesip ormana atılması haberi! Kurtarılamadı, acılar içinde öldü.
Kimdir bu cani?
Bunu kim, niye yapar?
Hayvanlara, çocuklara, kadınlara, yaşlılara, insanlara…
Sana!
***
Derken arkasından seçim geldi çattı; sonuçlar, sayım tam bitmeden ilan edildi, ülkenin yarısında bir bayram havası diyeceğim ama benim bayram anlayışım da böyle değil ki!
Hemen her evden silahlar çıktı, havaya ateşler açıldı.
Sıkılan kurşunlar sanki hiç yere düşmeyecekmiş gibi bilinçsizce, umarsızca, bencilce atıldı her yana.
Evlerimizde başımızı eğdik, kazaya kurban gitmemek için (ki bu benim kaza anlayışım da değil; adeta cinayete – ölüme davetiye).
***
Biz bu yaşananlara söylenirken iki haber daha sarstı gündemi: Ramazan Bayramı’nın birinci günü dedesinin köyüne bayramlaşmaya giden Leyla kayıptı.
Yediğim lokma boğazımda düğümlenirken Ankara’dan Eylül’ün de kayıp haberi geldi.
Arama çalışmaları, her yerde haberler, feryat eden ana babalar…
Sonuç ikisinin de cansız bedeni bulundu.
Dünya bizim başımıza yıkılmışken ana babalarını düşünemiyorum.
***
Daha önce köpek tecavüzünden yargılanan bir adamın cinayetine kurban giden bir kız çocuğu söz konusu olan!
Hani daha yeni yaşadığımız, bir köpeğin patilerini kesip ormana atan veya atanlar için dedik ya ‘köpeğe bunu yapan, fırsatını bulduğunda insana da benzerlerini yapmaz mı diye?’
Peki, bu acıya nasıl dayanılır?
İsmi konulamamış, tarifi yapılamayan, böyle bir acıya nasıl tahammül edilir?
***
4 yaşındaki Leyla, 8 yaşındaki Eylül bunları yaşayıp küçücük yaşlarında canlarından olduysa biz nasıl normal kalabiliriz?
Nasıl aklımızı kaçırmadan rahat rahat yatıp uyuyabilir, gülüp eğlenebilir, yemek yiyebilir, çalışabilir, hayatlarımıza devam edebiliriz?
Bu vahşet, aynı zamanda önlem alınmadığı takdirde hepimize birer tehdit değil mi?
Böylesine kindar ve vahşi yetişmiş bir güruhun kurbanı olmamızın an meselesi olduğu gerçeği bu!
***
Derken…
Seçim sonrası afişleri sardı her yanımızı, dört bir yan gene Orwell’in 1984’üne döndü.
Tarifsiz şeyler hissettiklerim, kelimelere dahi dökemediğim…
Daha dün çalışırken radyoda dinleyip, sonra dayanamayıp açıp izlediğim bir haber daha:
İstanbul’da bir ‘adam’ yavru kediyi alıp denize fırlattı.
Tesadüfen bir televizyon kanalı muhabiri şahit olmuş olaya, yayın yapmışlar, polis çağırmış adamı teslim etmişler.
***
Polis gelene kadar muhabir bu caniyle konuşuyor haberde.
‘Neden yaptınız bunu?’ diye soruyor.
“Suya bandırdım da ne var bunda?”diyor.
“Suya bandırdım…”
***
Akıbeti ne oldu bilmiyoruz şimdilik.
Akli dengesinin, ruh halinin, vicdanının, insan olma erdeminin yitirildiği, toplum içinde bir tehdit olarak var olan bu şahsın iki gün sonra salınıp salınmadığını takip ediyorum.
Gelinen noktadaysa sürekli tartışılansa gene idam…
“Asın bunları,
İki üç tanesini sallandırın bakın bir daha yapıyorlar mı?”
***
O kadar demokratik bir ülkede yaşıyoruz ki, idamı geri getirerek (geri gitmeye olan merakımız bize bunu içgüdüsel olarak mı söyletiyor diye düşünmeden edemiyor insan) tüm bu vahşeti kaldırabiliriz ortadan sanıyoruz.
Sadece tecavüzcüler, katiller, çocuk tüccarları asılır idam gelse değil mi?
Hani şu, mecliste hakkında verilen araştırma önergeleri bile reddedilen konular.
***
Siyasi otoriteye karşı gelenler, muhalefet edenler, rantı engellemek için çaba sarf edenler girmez o çembere.
Öyle sanılıyor.
Öyle sanılıyor herhalde ki böyle nidalar yükseliyor bazı kesimlerden. İdam hapisteki insanı, ‘yanlışlık olmuş, delil karartılmış, konu aydınlandı, bizi kandırmışlar’ diyerek salıvermek gibi değil ki.
Dönüşü yok, özrü yok, affı yok.
‘Asmayalım da besleyelim mi’ diyorlar.
Beslemeyelim.
En ağır şekilde, kalan ömrü boyunca acı içinde, idamı kendisi arzu edecek biçimde cezalandırılsınlar.
Yaşattıkları acının bin beterini upuzun yıllar boyunca yaşasınlar.
Ama bu ülke bir adım daha geri gitmesin artık.
Gitmesin ki bu vahşet bitsin.
***
Eğitim gerçekten eğitmek için verilsin.
İnsan olma erdemini öğretelim çocuklarımıza.
Ana babasını yetiştirmeden, onun evlat yetiştirmesini bekleyemeyiz neticede.
Şiddetle büyüyen bir neslin, konuşarak kendini ifade etmesini umamayız.
Öfkeyle, kinle, doldurulmuş beyinleri ilim irfanla temizleyemiyoruz işte.
Artık çocuk pornosunda, tecavüzde, değil; eğitimde, bilimde, sporda, sanatta ilk sıralarda yer almak gerekmiyor mu dünyada?
***
Baskının, din sömürüsünün, zorbalığın yetiştirdiği nesiller; cinselliği de insanlığı da farklı uzuvlarından anlıyor; bu ülkede yaşayan vicdan sahibi her vatandaşın yüreğini paramparça ediyor yarattıkları vahşetle!
İdam korkusu yaratmaya çalışarak alınacak tedbir, yine baskı ve korku rejimine dayalı bir süreç doğuracakken, eğitimle kat edeceğimiz yol, aydınlığa çıkaracaktır memleketi.